Günahın kendisine mi buğzetmeli, yoksa günahı işleyen kişiye mi? Günahın kendisine buğzetmek gerekirken çoğunlukla o günahı işleyen kişiye buğzeder, o kişiyi kınarız. İşte tam bu noktada da kaybederiz. Günaha düşmüş kişiyi, kendi eksik ve kusurlarımıza, düştüğümüz günahlarımıza bakmadan yerden yere vururuz. “Nasıl yapmış, hiç beklemezdim, vay ahlaksız” gibi ardı arkası kesilmeyen bir sürü cümle sarf ederiz.

Halbuki her günaha düşen kişi bir nefis taşımaktadır ve bizim gibi her an şeytan tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bir anlık gafletiyle işlemiş olduğu günahtan dolayı pişman olmuştur; belki de biz onu kınayadururken, o, Rabbimin affına çoktan mazhar olmuştur bile. Bilemeyiz ki? Hem bizlerin aynı günaha düşmeme garantisi mi var ki, günaha düşmüş kardeşlerimizi kınar, onların gıybetini eder, onları yerden yere vururuz.

Kınamanın ne kadar tehlikeli bir günah olduğunu bize şu hadis-i şerif anlatmaya yeter de artar: Peygamber Efendimiz (sav) buyurmuştur:

“Bir kimse din kardeşini bir günahı dolayısıyla ayıplarsa, ölmeden evvel mutlaka o günahı işler. Yani kardeşini bir ayıpla kınayan, o ayıp işi işlemeden ölmez!” (Câmiu’s-Sagîr, c. II, s. 161)

Bize düşen, günaha düşmüş kardeşimizin af ve mağfireti için dua etmek, ona yardımcı olmaya çalışmak ve Rabbimizin bizleri, sevdiklerimizi o günahlara düşmekten muhafaza etmesini dilemektir.

Ebu Kilabe’den rivayetle, Ebudderda (ra) günah işlemiş bir adama rastlamıştır. Oradakiler bu kişiye hakaret ediyorlardı. Ebudderda (ra) şöyle demiştir:

“Hey, onu bir kuyuya düşmüş görseniz çıkarmayacak mısınız?”
Onlar: “Çıkarırdık elbette,” demişler.
Ebudderda (ra) cevap vermiş:
“Öyleyse kardeşinize hakaret etmeyin de, size sıhhat ve afiyet veren Allah’a hamdedin.”
Oradakiler: “Ona sen kızmıyor musun?” demişler.
Ebudderda: “Ben onun yaptığı işe kızıyorum. Yaptığını terk ettiği zaman, o yine benim kardeşimdir,” diye mukabele etmiştir.

Buna benzer bir rivayeti İbn-i Mesud da şöyle nakleder:

“Bir kardeşinizi günah işlerken gördüğünüz zaman, Allah’ım ona lanet et, onu sürüm sürüm süründür, diyerek kardeşinizin aleyhine şeytana yardımcı olmayın. Allah’tan onu düzeltmesini isteyin. Hz. Muhammed’in (sav) ashabı bizler, bir kişinin ne durumda öleceğini görmeden hiç kimse hakkında hükme varmazdı. Eğer iyi amel üzere iken ölürse iyi bir Müslüman derdik; kötü amellerde devam ederken ölürse, onun akıbetinden korkardık.”

Bazı insanlar çocukluğundan itibaren ebeveynlerinin titiz manevi terbiye usulleri ile yetişir. Nefislerini eğitmeyi ve şeytana karşı tedbirli olmayı küçük yaşlarda öğrenir ve manevi huzuru o yaşlarda tatmaya başlarlar. İlimle yoğrulurlar; ne bahtiyardır o kişiler.

Buna karşılık, böyle bir ortamda yetişememiş veya ilerlemiş yaşına rağmen nefsini ve şeytanın tuzaklarını yeterince bilemeyen kişiler, günaha düşme riskini daha yüksek taşır. Ortası veya istisnai durumlar da olabilir. Anlatmak istediğim şudur: Rabbimizin lütfuyla, ebeveynlerinin ve yetiştiği çevrenin vesilesiyle kendilerini mümkün olduğunca günahlardan koruyabilmeyi öğrenmiş olanlar, kendileri gibi şanslı olamayan günaha bulaşmış kardeşlerini ayıplarken bu noktaya dikkat etmelidirler.

Nefis, kendini terbiye edemeyen kişiyi şeytanla birlik olup daha çabuk kandırır ve kişinin ayağını kaydırır. Bu yüzden, günaha düşen kardeşlerimizi ayıplarken, “O da manevi bir ortamda yetişebilseydi, yaptığı cürmün cezasını öğrenmiş olurdu ve bunu yapmazdı” diyerek hüsnü zanda bulunmalıyız.

Peygamberimiz bir diğer hadis-i şerifte buyurmuştur:

“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmanına teslim etmez. Kim mümin kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim bir müslümanı sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da kıyamet günü onun sıkıntılarından birini kurtarır. Kim bir müslümanın kusurunu örterse, Allah da kıyamet günü onun kusurunu örter.” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)

Rabbim bizleri, hata ve günahları açığa çıkaran değil, hata ve günahları örten kullarından eylesin. Âmin!